Menü

Kore DiziJapon DiziKendi KalemimdenKitap Yorumu Melankolik Masallar Mim Kore FilmJapon FilmKendi SesimdenAnime Günlük Mevzular Johnny Deep

Translate

26 Ekim 2015 Pazartesi

ELLERİMDEN TUT, YOKSA DÜŞECEĞİM... -BÖLÜM 8-


BÖLÜM 8: UMUT ÇAĞIRMA TAHTASI

Angie küçük bir kelebek gibi odalarda gezinip duruyordu. Henüz hiç kimse uyanmamıştı ve dün geceki olayları birilerine anlatmazsa birazdan çatlayacaktı. Sonunda Amy’i uyandırmaya karar verdi, neyse ki Josh dün gece kendi evinde kalmıştı. Yavaşça odaya süzüldü.
   
“Amy…”
   
“Amy, uyan.”
    
Amy güçlükle gözlerin açtı, dün Mary’le film gecesi düzenlemişler ve ancak saat dörde doğru yatağına girebilmişti.
   
“Lanet olsun saat kaç?” dedi huysuzca.
   
“Boş ver şimdi saati, bugün onunla buluşuyorum!” Amy uyku mahmurluğunu henüz üzerinden atamamıştı ve Angie’nin söylediklerinin tek kelimesini anlamıyordu. Angie uzanıp zorla oturmasını sağladı ve getirdiği suyu da burnuna değecek kadar yaklaştırdı. Amy arkadaşının getirdiği suyu içtikten sonra Angie sabırsızca söylendi.
   
“Tamam mı, artık söyleyeceklerimi algılayacak halde misin?”
   
“Tamam.” dedi Amy. “Anlat bakalım neymiş seni bu saatte ayağa diken?” Angie kenara kayması için onu biraz dürtüp yanına oturdu.
   
“Bugün Richard’la buluşuyorum!”


“Eh, sonunda.” dedi Amy.
   
“Ah, A. çok heyecanlıyım.”
   
“Dur bakalım, henüz görmedin bile.”
   
“Bugün iki de buluşuyoruz!” Angie’nin sesi bir kuş gibi odanın içinde cıvıldadı.
   
“İki de mi? Saat kaç?”
   
“8:00”
   
Amy yeniden yatağa girip yorganı üzerine çekerken, “Off Angie, beni üç saat sonra uyandır.” dedi.
   
“Amy!” Angie yorganı zorla üzerinden alıp yere attı.
   
Bu sırada Mary kapıda göründü.
    
“Yine ne var, sabah sabah?” dedi gözlerini ovuşturarak.
    
Angie neşeyle ona dönüp “Sonunda Amy’nin yazdıkları birini kafeslememi sağladı.”
    
“Bunu o saçma şeyler değil, sen yaptın.” dedi Amy.
    
“Biri bana burada ne döndüğünü anlatacak mı?”
    
“Bugün Richard’la buluşuyorum!”
   
“Ahh, sonunda!” diye karşılık verdi Mary kendini yatağa bırakırken.
    
“O kadar uzun mu oldu? Amy de aynı tepkiyi verdi.”
    
Amy kıkırdadı. “Sevişmeden geçirilen her gün Mary için ziyandır Angie, bilmiyor musun?”
    
“Ne var yani biraz eğlenmeyi seviyorsam?”
    
“Off, kızlar didişmeyi kesip bana yardım eder misiniz? Ne giymeliyim? Saçım, onu nasıl yapayım? Toplasam mı acaba…” Angie soluk almadan konuşurken, Mary su bardağını ona uzattı.
   
“İç şunu ve biraz sakinleş, ay şimdiden başımı ağrıttın! Hem saat daha sekiz buçuğa geliyor, daha erken.”
   
“ Değil!” dedi Angie kararlılıkla. Mary gözlerini devirip ekledi.
   
“Hem siz nasıl tanıyacaksınız birbirinizi, önceden söyleseydin bir yerlerden kırmızı karanfil falan bulurduk.”
   
“Aman ne komik!” Ben bir kitap alacağım yanıma, o da beni tanıyacak işte.”
   
“Teknolojiden nefret ettiğini biliyorum ama eminim ki bir yerlerde görmüşsündür. Webcam diye bir şey var, sen onu görebiliyorsun sonraaa o seni görüyor, böyle aptallıklara gerek kalmıyorrrr…” Amy, Mary’e çenesini kapatması için bir bakış attı.
   
“Kameranın ne işe yaradığını biliyorum! Sadece… böylesi daha heyecanlı.”
   
“Karşına göbeği yüzünden masaya sığamayan elli yaşında biri geldiğinde de aynı heyecanı hissedecek misin, çok merak ediyorum.”
  
“Mary!”  dedi Amy, taarruzu kesmesi için.
  
“İyi, bir şey demedim. Ben sadece iyiliğini düşünüyorum.”  
  
Sonunda üç arkadaş seferber oldular ve gardroptaki tüm giysiler teker teker denendi. Bir buçuk saat sonunda Angie iyice yorulmuştu ve sıkılmaya başladı, her yine giyside umutla çıkıyordu arkadaşlarının karşısına ama sonuç hep olumsuzdu.
  
“Fazla seksi!”
  
“Fazla salaş!”
  
“Bu ne, göğüslerini nereye bıraktın?”
  
“Tanrım, iğrenç.” vs. vs. vs.   
  
Tüm giysiler bir dağ gibi yatakların üzerlerine yayıldığında, turkuaz renk bir elbisede karar kıldılar hem Angie’nin güzel mavi gözlerini de daha çok ortaya çıkartmıştı.
  
Saat 13:30’a doğru her şeyiyle hazırdı Angie.
  
“Benim arabayı al.” dedi Mary anahtarları Angie’e fırlatırken.
  
“Bizim de gelmemizi ister misin? Yan masada oturup, seni tanımıyormuş gibi yaparız.” diye kıkırdadı sonra, ama bu konuda ciddiydi.
  
Anige biraz düşündü.

“Sanırım, bunla kendim yüzleşsem daha iyi olacak.”

“Peki sen bilirsin, o zaman iyi şanslar.” dedi Amy arkadaşını sevgiyle kucaklarken.
------------------
  
Angie kafeye ulaştığında saat neredeyse ikiye geliyordu ama etrafta yalnız olan kimseyi göremedi. Bir masaya oturup, kitabı çantasından çıkarttı bir süre okuyormuş gibi yaptı. Ama tek kelimesini bile anlayacak durumda değildi, heyecandan neredeyse kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Kitabı masaya bıraktı, saat 14:10’du ama hala görünürde kimse yoktu.
   
Az sonra içeriye kırklı yaşlarda bir adam girdi, Angie’i şöyle bir süzüp karşı masaya oturdu. “Of, lanet olsun Mary!” dedi içinden ve umutsuzca kitabı eline alıp sanki içerisi çok sıcakmış gibi sallamaya başladı ama adam yanına gelmiyordu.
  14:15…
  14:20…
  14:35…
  
“Ekildim! Hiç tanımadım birine neden güvendim sanki?” Hızla kalkıp montunu aldı, kitabı kolunun altına sıkıştırıp kasaya yöneldi. Cüzdanını bulmak için çantasını ararken kitap kolunun altından kayıverdi.
  
“Off, lanet olsun.” Parayı verip, kitabı yerden almak için arkasını dönmüştü ki, elinde kitabı tutan adamla burun buruna geldi. Siyah bir beresi vardı ve bulutlu havaya rağmen güneş gözlükleri takmıştı.
  
“Bu sizin sanırım.” dedi yabancı.
  
“Evet, teşekkürler.” Kitabı alıp kasaya geri döndü.
  
“Angie?” dedi aynı adam, ismini duyduğunda birden heyecanlandı Angie. Yeniden yabancıya döndü.
   
“Richard?”
   
“Geç kaldığım için çok üzgünüm, eğer hala vaktin varsa…”
   
Angie sadece başını salladı, kuytuda bir masa bulup oturdular. Yabancı özellikle yüzünün duvara dönük olabileceği bir masa seçmişti.
   
“Geç kaldığım için tekrar özür dilerim.” dedi Robert, tereddütle gözlüklerini çıkartırken.
   
Angie, Robert’ın mavi-gri gözlerini gördüğünde donup kaldı.
   
“Sen?”
   
“Evet, şey… söylediğim tüm yalanlar için üzgünüm, ama gerçeği söyleseydim de inanmazdın zaten.” dedi rahatsızca kıpırdanarak.
   
Angie gözlerine inanamıyordu bunca zaman boyunca Robert Pattinson’la konuşmuştu demek.
   
Aralarında güzel bir sohbet başladı, sıkılmıyordu Robert hatta mutluydu sanki. Sonra masadaki kitabı aldı eline.
   
“Bu kitabı çok severim ve bir bölümü beni gerçekten etkiler, bakalım tekrar bulabilecek miyim?” dedi ve sayfalarını karıştırmaya başladı.
   
Bir an sonra sanki kitap ellerini yakmış gibi hızla kapatıp masaya geri bıraktı.
   
“Sen… iyi misin?” dedi Angie endişeyle.
   
“İyiyim, sadece… sadece hangi sayfada olduğunu hatırlayamadım.” dedi ve gülümsemeye çalıştı. Oysaki adı gibi biliyordu tıpkı onun Ela’ya hediye ettiğinde yaptığı gibi alt ucu kıvrılmış 92. sayfayı…
   
Angie üzerinde durmadı.
   
“Seni arkadaşlarımla tanıştırmak istiyorum, tabi sen de istersen. Onlar da en az benim kadar merak ediyorlardı Richard’ı.”
   
“Ben… bilemiyorum.” dedi Robert.
   
“İkisi de çok iyi kızlardır, tanısan eminim sen de seversin.” dedi ama daha fazla da üstelemedi.
   
Konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamışlardı, saat 18:00’e gelirken Robert,
  
“Angie, artık gitmeliyim.” dedi. “Ama tekrar görüşeceğiz.”
  
Eğer Robert yanında olmasaydı Angie küçük bir kız gibi havalara sıçrayabilirdi ama kendini tutup sadece gülümsedi.
  
“Ben de görüşmeyi çok isterim.”
   
Kalktıklarında Angie, Robert’ı istediği yere bırakmayı teklif etti ama Robert nazikçe reddedip bir taksiye binebileceğini söyledi. Birbirlerini yanaklarından öpüp ayrıldılar.
   
Angie arabaya bindiğinde sevinçten uçuyordu, müziği son ses açıp çalan şarkıya eşlik etmeye başladı.
  “So I remember we were driving, driving in your car.
   The speed so fast I feel like I was drunk…
   And your arm felt nice wapped around my soulder… dım dım dımmmm
   …….
   You gotta make a decision,
   You leave tonight or live and die this way!”

   
Angie eve geldiğinde, Mary ve Josh’ın seslerini duydu.
   
“Amy?” diye seslendi Mary.
   
“Hayır, benim.”diye karşılık verdi.
    
Mary hızla yanına gidip kolundan çekiştirdi. “Anlat çabuk, anlat!”
    
Angie, yüzünde koca bir gülümsemeyle Mary’e baktı. Mary sabırsızca ayağını yere vurdu.
    
“Anlat, dedim!”
    
Angie neredeyse onun Robert olduğunu söyleyecekti ama sürpriz yapmanın daha güzel olacağına karar verdi, bir anda yanında Robert’ı gördüklerinde şok olacaklardı.
    
“Richard… harika biri. Tanrım tam bir taş! Masmavi gözleri, mükemmel bir çenesi var…” gözleri Josh’a takıldı.
   
“Ahh, affedersin Josh, sen de hoşsun tabi ama o…”
   
Josh kızın heyecanını neşeyle izledi, Angie tek bir şey dışında buluşmalarını tüm ayrıntılarıyla anlattı.
  
“Eee bir daha ki buluşma ne zaman?” diye sordu Mary merakla.
  
“Bilmiyorum, kesin bir gün yok ama yeniden görüşmeyi istediğini söyledi.”
  
“Telefon numaranı aldı mı?”
  
Angie’nin birden gülüşü soldu ama hemen kendini toparladı. “Olsun canım, ben onun mesajlarını da seviyorum. Eee siz eve geldiğimde fısır fısır ne konuşuyordunuz öyle?” Konuyu değiştirmek Mary’den korunmak için en doğru yoldu, hele ki bunu diline dolamaya hazırlanmışken.
  
Mary tüm dişlerini göstererek sırıttı. “Bizim de güzel haberlerimiz var. Josh… Amy’e evlenme teklifi edecek!”
  
“Nee! Çok sevindim Josh.”
  
Josh, yeşil gözleri ışıl ışıl parıldarken gülümsedi. Mary onun konuşmasına izin vereceğe benzemiyordu heyecanla anlatmaya başladı.
  
“Ben, ikisinin baş başa olduğu romantik bir teklif olsun diyordum ama Josh bizim de Amy’nin yanında olmamızı istedi. Bu yüzden yarından sonra şu bir türlü gidemediğimiz dans kulübüne gideceğiz. Onlar dans ederken birden “Michael Bolton, Said I Loved You But I Lied” çalmaya başlayacak vee Josh ona teklif edecek.” Neşeyle ellerini birbirine vurdu.   
  
“Tanrım, mükemmel olacak. Ama Amy’nin en ufak bir şeyden şüphelenmemesi gerek. Hey, istersen sen de Richard’ını çağır, hem tanışmış oluruz hem de dans edecek bir partnerin olur.”
  
“Doğru!” dedi Angie “Josh dışında mekândaki tüm karşı cinsler senin olduğuna göre, başımın çaresine bakmalıyım.”
  
Mary saçlarını şöyle bir savurup elini beline koydu.
  
“Sen git şimdiden ateşi yak, nasılsa iki güne kadar anca ulaşır dumanı.” dedi erkekler konusundaki seçimlerinin şaka konusu olmasından nefret ederdi, çünkü bu konuda hatırı sayılır malzemesi vardı.
  
Bu sırada Amy eve geldi ve konu ışık hızıyla değişti, Angie bir de Amy’e anlattı olup biteni, tüm ayrıntıyı anlattığından emin olduktan sonra odasına dönüp bilgisayarın başına oturdu.
  
Robert’ı kulübe davet eden bir mesaj yazmayı planlıyordu ama mail adresini açtığında bir sürprizle karşılaştı, Robert ondan önce davranmıştı.
  
“Ne unuttum biliyor musun? Telefon numaranı almayı… Daha önce yapmadığım ve işi bu kadar karmaşıklaştırdığım için üzgünüm. Tam bir paranoyağım değil mi? İşte benimki xxxxxxxxx Görüşürüz!”
   
Yüzüne yine o safça gülümseme yerleşti, hızla içeriye koştu.
   
“Amy! Telefonunu kullanabilir miyim?”
   
“Tabi, al.” dedi Amy.
   
“Ne yapacaksın ki sen telefonu?” diye sordu Mary, Angie ona dişlerini gösterdi.
   
“Duman ulaştı mı diye soracağım.” Mary’e dil çıkartıp odasına döndü. Numaraları girip arama tuşuna bastı.
   
“Efendim?” dedi Robert.
   
“Hey, merhaba, ben Angie.”
   
“Angie, nasılsın?”
   
“Teşekkür ederim iyiyim. Ben şey diyecektim, şey… Yarından sonra arkadaşlarımla dışarıya çıkacağım, birinin erkek arkadaşı ona evlenme teklif edecek de..” Neden bu kadar ayrıntıya giriyordu ki? Bir aptal gibi davrandığı için kızdı kendine.
  
“Hımm…”
  
“Bir dans kulübüne gideceğiz. Ben daha önce gittim, çok güzel bir yer hem fazla göz önünde değil. Sen de gelir misin diye soracaktım.”
  
“Dans kulübü… Hımm… Ben… ben dans edemem Angie.”
  
“Sorun değil, gerçekten zaten ben de berbatım.”
  
“Söz vermiyorum…” devam ediyordu ki Angie sözünü kesti.
  
“Şey.. Eğer istersen bir arkadaşını da getirebilirsin. Biz üç kız olacağız ve sadece Amy’nin Josh’ı var.” Robert biraz düşündü.
  
“Peki, ama dediğim gibi söz vermiyorum.”
  
“Tamam, gelmeni umuyorum. O zaman görüşürüz.” dedi Angie.
  
“Görüşürüz…”


  
Angie geleceğinden emin değildi ama kader bir kez başladı mı koca bir örümcek gibi öremeye ağlarını, hiçbir güç engelleyemezdi yakalanmayı…  

                                                                                                                                                                             DREAMELLA

NOT: Hikayenin diğer bölümleri için tık tık ^_^

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Tasarım : Merve Canbaz